Ceyhan Witzel // Eğitmen
22 Ocak 2017

Bu röportajda soruları sormaya Ceyhan başladı: “Neden benimle söyleşi yapmak istedin?” Çünkü etrafımızda; farklı dünya görüşüne sahip, sorgulayan, Bodrum’da yaşamayı seçmiş, entelektüel, hoşsohbet ve üstelik unschooling yapan başka biri daha yok!
Gümüşlük’te yaşıyoruz; sessiz ve sakin. Yüksek bina görmüyoruz, gürültü yok. Pek fazla arayışa girmeye de gerek yok zaten. Bu dinginlik içerisinde ben de, çocuklar da kendimizi iyi hissediyoruz.

Biraz araştırınca gördük ki; sen bir dünya vatandaşısın. Bodrum’dan önce nerelerde yaşadın?

Berlin doğumluyum. Evlendikten sonra da eşimle birlikte 8-9 sene orada yaşadık, çocuklarım orada doğdu. Aslında biraz gelgitli bir hayatım oldu. Ergenlikte Türkiye’ye taşındık. Lise ve üniversiteyi Türkiye’de okudum sonra tekrar Berlin’e döndüm. Eşim Stephan’ın annesi Türk, İstanbul doğumlu. Böyle bir bağlantısı olduğu için onun da Türkiye’de yaşamakla ilgili bir özlemi vardı. Uzun düşüncelerden sonra karar verdik. İki çocuğumuzu da alıp İstanbul’a taşındık.

Hangi yıl? 

2010

Neler yapardın? 

Alman Dili ve Edebiyatı okudum. Yarı zamanlı çevirmenlik yaptım, Türkçe dersleri verdim.

Çocuk gelişimi, altenatif eğitim gibi konular sonradan mı girdi ilgi alanına?

Şöyle anlatayım: İstanbul’a gelir gelmez tabii ilk konu anaokulu konusu oldu. Önce bir özel okula gitti kızım. 10 gün sonra kaydını aldık. 5 yaşındaydı Elif o zaman. Sonra küçücük bir ilan üzerine Küçük Kara Balık ile karşılaştık. Benim için çok verimli ve eğitime bakış açımı tamamen değiştiren bir serüven oldu. Ardından çocuk gelişimi ile ilgili bir takım eğitimler aldım. Kendi oyun gruplarımı kurdum. Derken; Elif ilkokula başladığı zaman eğitim sistemi ile ilgili tekrar bazı şeyler gündeme geldi. Mevcut sistemin ne kadar baskıcı, itaatkar, zorlayıcı olduğunu kavradık ve şoke olduk. Sonra kendimize sorduk: “Biz çocuklarımız için bunu mu istiyoruz?” Aslında bunu esas sorgulayan Stephan oldu. O sistemden çıkmamıza vesile olan kişi o.

Nasıl çıktınız o sistemden? Esas mesele o. 

2015 yılında artık çocukları okula göndermek istemediğimizin kararını aldık. Aynı zamanda İstanbul’da yaşamamaya da karar vermiştik. Zaten büyükşehirde unschooling yapmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Netice olarak Ege’yi seçtik. Bodrum mu, Datça mı derken Bodrum’da karar kıldık.

Nasıl karar verdiniz İstanbul’dan gitmeye? 

Bir tatil sonrası… Pastoral Vadi’de bir kampa gitmiştik. Oğlum Yunus’un bize verdiği sinyal aslında yolumuzu açtı. Herkes yerlerde oturup resim yaparken o kelebeklerle oynuyordu. 5-6 yaşındaydı. Kamp boyunca hiçbir aktiviteye katılmak istemedi. Dereye taş attı, kurbağa yakaladı, kelebeklerin peşinden koştu. Birkaç hafta sonra Stephan bununla ilgili bir video izledi. Ve ampul yandı! Benim çocuğum hiçbir şeye uyum sağlamak zorunda değil! Ancak bu ona bir ayrıcalık sağlamak değil. Şuna inanıyoruz: Bir insan sadece heyecanlandığında bir şey öğrenebilir. Dışarıdan gelen bir aktarımla değil, kendi içinden gelen  motivasyonla. Deneyimlemediğimiz hiçbir şeyin bize faydası yok.

Yine konu eğitim sistemine döndü, farkında mısın? 

Evet, tüm yollar unschooling’e çıkıyor! Ne anlatıyordum? İstanbul’dan gitme kararımızı… Mekanik bir hayata doğru evriliyoruz, bunu farkettiğimiz an hem İstanbul’dan gitmeye hem de unschooling’e karar vermiştik. İkisi birbiriyle paralel gelişti. Erken kalk, işini yap, eve dön, yat. Burada tamamen insan biyolojisine aykırı bir şey var esasında. Çocuklar şimdiden ofis hayatına alıştırılıyor.    

Peki, çocuklar bir gün okula gitmek isterlerse? 

Gidebilirler. İleride örneğin, bir meslek edinmek için eğitim almak isterlerse dışarıdan sınavlarla denkleştirme yolu ile okullara giriş hakkı kazanabiliyorsun. Zaten artık online sisteme ve e-learning’e geçiyor çoğu iyi okul.

Unschooling ya da okulsuzluk dediğimiz şeyin bir formülü yok mu? Nedir tam olarak, nasıl yapılır? 

Hayır! Bireyin kendi hayatını sorgulaması ile başlayan bir şey. Bir Montessori felsefesi değil, Waldorf değil. İsterseniz Waldorf eğitim yaklaşımından ilham alarak unschooling yapabilirsiniz elbette. Unschooling bir yaşam felsefesidir. Bizim hayatımızda okul yok. Aile olarak yaşıyoruz. Ben ve eşim hayata dair ne yapmamız gerekiyorsa onu yapıyoruz. Onlar da bunun içinde yaşamayı öğreniyorlar. Sadece bu.

Tam anlayamıyoruz tabii. Mesela bir gününüz nasıl geçiyor? 

Bir kere şunu söyleyeyim: Çocuklar hiçbir şeyden mahrum değiller. Günü birlikte biçimlendiriyoruz. Proje haftaları yapmıyorum. Tabii ki gittikleri kurslar falan var, onların programları belli ama geri kalanı planlı değil. Sabah kahvaltıda o gün neler yapacağımız ile ilgili konuşuyoruz. Hayata dair sorumlulukları almalarını istiyoruz. Çünkü o alanda hep birlikte yaşıyoruz. Çocukların anne&babalarına yardım etmelerini kabul etmiyorum mesela. İş birliği yapabiliriz. Onlar da o evde yaşıyorlar. Sabah kahvaltıları önlerine konup, toplanmıyor. Kıyafetleri yıkanıp, ütülenip, dolaplarına yerleştirilmiyor. Bunları da yaşlarına göre öğrenmeleri gerekiyor. Bir askeri kamp gibi de düşünme tabii ki!

Her günü birlikte geçirmek fikri romantik gelecekmiş gibi oluyor bazen. 

Hiç öyle gelmesin. Her daim el işi yapıyoruz, seramik yapıyoruz, isteyen ağaç tepelerine çıkıyor, isteyen kitabını okuyor falan gibi bir durum yok. Evet, gün içinde birkaç aktivite birden yapıyorlar ama aşırı sıkıldıkları zamanlar da oluyor.

Öyle zamanlarda ne yapıyorsun? 

Şunu söylüyorum: Yapabileceğin 10 tane şey düşün ve hiçbirini yapmak istemezsen, hala canın sıkılıyorsa gel, düşünelim. Yani ben çocuklarımı eylemiyorum. Onları kendilerini meşgul etmeye teşvik ediyorum sadece. Yetişkin bağımlılığından sıyrılmalarını istiyorum.   

Peki, çocuklar ne hissediyor? Özellikle diğer çocukların yanında. 

Çok popüler hissediyorlar! Okula gitmediklerini öğrenen yaşıtları hemen “Vay, öyle bir şey mümkün mü? Ben de gitmeyeceğim.” diye bir başkaldırı cümlesi kuruyorlar. İkinci soruları da “Nasıl öğreniyorsun?” oluyor. Gayet özgüvenlerini kuvvetlendiren bir şey olduğunu düşünüyorum bunun da. Bu arada Türk vatandaşı olan çocuklar okula gitmek zorunda. Onu söylemiş olayım. Bizimki biraz özel bir durum.

Bu tip sorular esas sana geliyordur. 

Tabii, en çok; “nasıl öğreniyorlar” ve “nasıl sosyalleşiyorlar”. Ben de şöyle cevaplıyorum: Bu soruları aslında bana değil, yüksek sesle kendinize soruyorsunuz. Hoşuma da gidiyor çünkü unschooling’in özünde sorgulamak var.

Hep okulsuz hayattan bahsettik. Sen neler yapmaktan hoşlanırsın? 

Şu sıralar sepetler, çantalar örmekten, el tezgahı dokumalar yapmaktan zevk alıyorum. Keçe ve yünle çalışmak, çocuk psikolojisi ile ilgili kitaplar okumak, Waldorf eğitimi ile haşır neşir olmaktan hoşlanıyorum. Masa tenisi oynuyorum. Sevdiklerimle Bodrum’da güneşi batırmayı çok seviyorum.  

Tam soracaktım: Bodrum sana ilham veriyordur mutlaka diye... Hangi nimetlerinden yararlanıyorsun?

İkliminden, güneşinden, denizinden. Yüksek bina görmüyoruz, gürültü yok. Gümüşlük’te yaşıyoruz; sessiz ve sakin. Pek fazla arayışa girmeye gerek yok zaten. Bu dinginlik içerisinde ben de çocuklar da kendimizi iyi hissediyoruz.

Benim sorularım bu kadar. Var mı başka söylemek istediğin bir şey?  

Bir hayalim var, onunla kapatayım o zaman: Bir çocuk eko çiftliği kurmak… Elektriğini, suyunu bile kendimizin üretebileceği; biraz hayvancılık, biraz tarım yapabileceğimiz minicik bir evimiz olsun ve orada yaşayalım istiyorum.

Seni ve okulsuz hayatını takip etmek isteyenler nereyi tıklasın?  

Instagram hesabım var, oradan takip edebilirler.

Diğer Röportajlar..
43
Yukarı Çık